Erteleme davranışı, zamanı yönetmekle ilgili bir durum olmaktan ziyade duygularla kalmak/kalmamak ve duyguyla ilgili davranışımızı yönetmek ile ilgili bir meseledir.
Peki, neden erteleriz? Bu sorunun araştırılması gereken, kişi özelinde pek çok cevabı vardır. Bu yüzden bu yazıda daha genel olarak verilebilecek cevaplar üzerinde durmak ve en önemlisi de kendi cevaplarımızı bulabilmek için kendimize ne gibi sorular sorabileceğimize odaklanmak anlamlı olabilir.
Bu sorulardan ilkine bakalım. “Erteleme davranışı benim için neye hizmet ediyor olabilir?” Erteleme davranışı aslında kısa vadede kolaylaştırıcıdır. Mesela, başlayacağımız iş bizi zorlayacaksa, hoşumuza gitmese de yapmak zorunda hissedersek bu duygularla kalmamak için ertelemeye başvurabiliriz. İlk etapta da bizi rahatlatır, işe başlarken karşılaşacağımızı düşündüğümüz olumsuz sonuçlardan, deneyimleyeceğimizi düşündüğümüz olumsuz duygu durumlarından bizi bir süre uzak tutar. Bu da bize bir yere kadar iyi geldiği için bu davranış pekişebilir.
Ancak uzun vadede, arka planda o işi yapacak olmanın fikri bize rahat vermez ve git gide işler sarpa sarabilir. Yapacaklarımızın birikmesiyle birlikte de bir döngünün içinde buluveririz kendimizi.
Diğer bir soru olan, “Erteleme davranışı beni nereye sevk ediyor, bu davranış bana ne mesaj veriyor?” sorusu ile devam edelim. Bu soruların cevapları kişiden kişiye göre değişse de bazen hata yapmaktan endişelenebilir, hata yapma fikrinin ortaya çıkardığı kaygıyla baş etmek için ertelemeye başvurabiliriz. Her işimizi tam, eksiksiz ve kusursuz yapma fikri aslında gerçek dışı, bizi insan olmaktan uzaklaştıran bir fikirdir. Eksiksiz ve dört dörtlük yapmaya çalıştıkça git gide kendimize yüklediğimiz sorumluluk da artar ve bunlarla baş edebilmek için yapacaklarımızı erteler ve kısa süreli rahatlığa kavuşabiliriz.
O zaman, öncelikle ertelemenin doğal ve insani olduğunu, zaman zaman bizi rahatlattığını, zaman zaman işimizi gördüğünü ve kolaylaştırdığını kabul ederek işe başlayabiliriz. Burada önemli olan bu davranışın sıklıkla başvurduğumuz bir baş etme yolu olup olamayacağına odaklanmak ve ardından da yukarıdaki soruları kendimize sorarak ihtiyacımızı belirlemek diyebiliriz.
Tüm bu soruların yanında, yapmak istediğimiz, tamamlamamızın önemli olduğu durumları, konuları bir liste haline dönüştürmek basit ve etkili bir adım olabilir. Burada amaç, listeyi dört dörtlük ve eksiksiz yapmak değildir çünkü bu gerçekçi de değildir; burada amacımız zihnimizdekileri somut bir hale getirerek görebileceğimiz bir hale getirmek ve listedekilerden birine attığımız bir tikle aslında istediğimizde neler yapabileceğimizi görmektir. Listeyi oluşturmaya başlamakla bir adım atabiliriz.
Listeye yazdığımız tek bir cümleyle dahi bir şeylere başladığımızı fark etmemiz umuduyla...
Terapi, terapiye başlamaya karar verdiğimiz anda başlar. Ne için gitmek istediğimize karar verir, bu sürece hazır olup olmadığımızı analiz ederiz. Ardından kendimize bir terapist seçmek için araştırmaya başlarız. Kendimize uygun birini seçmek, kendimize uygun bir yol seçmekle başlar her şey. Ardından da süreç içerisinde aktif bir biçimde devam eder. Terapi randevumuza gitmeden önce orada ne anlatacağımızı düşünerek devam eden süreç, terapi esnasında sürer.
Terapi bittikten sonra da bir sonraki terapiye kadar geçirdiğimiz tüm anlarda da terapi süreci devam eder. Özellikle de, iki terapi randevumuz arasında geçen süreçte tüm varlığı ile sürer. Artık başka bir çerçeveden bakmaya başlarız hayata, yaşadıklarımızı terapiye götürebilme tercihimiz olduğunu bilerek yaşarız. Bu yüzden de terapi, karar verdiğimiz anda başlar ve yaşamımızın her anında devam eder.
Bu süreçte terapiye dair de bazı sorular belirmeye başlar zihnimizde. Bunlardan biri ne zaman bir sonuç alacağımıza dairdir. Burada, terapistin elinde bir sihirli değnek olmadığını, terapi sürecinin uzun bir yol olduğunu bilmek önemlidir. En önemlisi de her insan biricik olduğunu bilmektedir belki de.
Terapi süreci ve sürecin uzunluğu kişiden kişiye, terapiye başlama isteğine, hedeflerine, kişinin motivasyonuna ve hayatımızın akışına göre elbette değişecektir. Terapi süreci birkaç ay sürebileceği gibi birkaç yıl da sürebilir. Kendimize zaman tanımayı unutmamak anlamlı olabilir.
Terapi, her zaman bizi rahatlatmaz. Her seanstan verim alamayabilir hatta bazı seanslardan sonra kendimizi rahatlamış hissetmek yerine daha da zorlanmış hissedebiliriz. Çünkü, süreç yorucu, bazen engebeli olabilir. Bazen de çiçeklerle dolu bir bahçede vakit geçirmiş gibi bir rahatlık sağlayabilir.
Bu da yine, hayatımızın dinamik olmasıyla ve terapinin tam da hayatın içinden olmasıyla ilgilidir. Süreç, her zama yükselen bir çizgide ilerlemez. Bazen dümdüz bir çizgide gidebiliriz, bazen aldığımız verim artar bu çizgi yükselişe geçer bazen de düşüşe. Bunların hepsi anlamlıdır, bunların hepsi önemlidir. Bunların hepsi de terapinin işlediğini gösterir.
Bazen düşüşe geçtiğimizde, zorlandığımızda terapistimizin bazı konularla ilgili bize ne yapmamız gerektiğini söylemesini, kararı onun vermesini isteyebilir. Bu çok anlaşılır. Ancak bunu alamadığımızda da, terapistimizin neden bu kararları verip bize “yardımcı olmadığını” düşünmeye başlayabiliriz.
Gerçekten de, bazı durumlarda karar vermek oldukça zordur. Başka bir deyişle, zor olan, o kararın getireceği sonuçla yüzleşmek ve bunun sorumluluğunu almak da denilebilir. Bu yüzden sorumluluğu başkalarına veya terapistimize bırakmak isteyebiliriz. Ancak bizim hayatımızla ilgili kararı bir başkası değil biz vermeliyiz. Terapide bu kararı verme süreci üzerine çalışılır, bu sorumluluk alma kası geliştirilir ancak terapist size “bunu yap” demez. Çünkü, kararlarımız her parçasıyla bize aittir ve hayatımızı, yaşamımızı bizden iyi kimse bilemez.
Peki, hayatımızı en iyi biz biliyorsak da bizi anlaması için yolculuğa çıktığımız terapistimiz bizle benzer şeyleri yaşamış, benzer durumlarda ve sosyal statülerde bulunmuş biri mi olmalıdır? O zaman bizi daha mı iyi anlar? Terapist, yolculuğumuzda bizle birlikte yürümek için oradadır. Evli olmaması, evlilikle ilgili yaşadıklarımızı anlamayacağı anlamına gelmez. Çünkü temelde terapist bunun eğitimini alarak, mesleki kimliği ile, anlamak üzerine seans odasında bulunur. Kişisel kimliğinden, düşüncelerinden, deneyimlerinden sıyrılarak tamamen bizim penceremizden bakmak için oradadır. Öğrendikleri ile sürecimizi anlamlandırmak, analiz etmek ve bizimle iş birliği yaparak bu yolda yürümek için terapi odasında bulunur.
Bu yüzden aynı şeyleri yaşamış olması gerekmez bizi daha iyi anlaması için. Ki, her insan farklıdır, birebir aynı şeyi yaşamış görünse dahi herkes benzer şeyleri kendi perspektifinden, kendi bakış açısından yaşar. Kimsenin deneyimi aynı olmaz. Bu yüzden terapist, bizim öznel deneyimimizi anlamak üzere bizimledir.
Bir terapi sürecine başlayıp, terapiste güvenip verim aldığımızı hissettiğimizde yakınlarımızı da aynı terapiste yönlendirmek isteyebiliriz. Çünkü onu tanıdık, ona güvendik ve birinci elden sürecin iyi gittiğini deneyimledik. Dolayısıyla, bu istek oldukça makul gelebilir kulağa. Terapistimize bu isteğimizi dile getirdiğimizde ise terapist bizim partnerimizle, yakınımızla, arkadaşımızla çalışamayacağını bize söyler. Peki neden? Terapist, danışanını onun penceresinden, onun dünyasından dinler. Çevresini, yakınlarını onun algısından tanır, onun açısından anlamaya çalışır.
Bu da danışan ve terapist arasında terapötik ilişki dediğimiz özel ve biricik bir ilişkinin oluşmasını sağlar. Bu ilişki terapideki en önemli iyileştirici unsurlardan biridir. En temelde, bu ilişki üzerinden çalışır, bu ilişkiyle ilerleriz. Dolayısıyla, terapi sürecinde ilişkiyi zedeleyebilecek herhangi bir adım atılmaz. Danışanın yakınıyla çalışıyor olmak bu anlamda ilişkinin biricikliğini sarsabilir. Bunun yanında, terapist, danışanı ile sürece başlarken nötr bir zihinle başlar. Yine bahsi geçen ilişkinin oluşmasında bu çok önemlidir. Danışanının çevresini onun algısıyla dinleyip, yakınları ile bu şekilde tanışır aslında terapist. Dolayısıyla, danışanın yakınları ile çalışmak bu nötr zihni etkileyebilir.
Terapiye dair sorular bitmez, bitmesin de. Bu cevapların, sürece başlamayı düşünen, süreç içerisinde doğal olarak bazen karışıklık yaşayan pek çok kişi için aydınlatıcı olmasını umuyorum.
Terapilerde süre sınırı olması hem psikologlar için hem de danışanlar için önemli ve gerekli bir durumdur. Psikologların çalıştığı farklı terapi ekolleri yani yöntemleri vardır. Bu ekollere göre farklılık gösterse de terapi seansları ortalama 50 dakika sürer. Çünkü terapi, hem danışanın hem de terapistin aktif olduğu bir süreçtir.
Etkin dinleme, analiz etme, empati kurma, önceki seanslarda anlatılan ile bu seanslarda anlatılanları birleştirme, duygularla çalışma gibi birçok aktif zihinsel süreç yaşanır. Ayrıca, bu süre sınırı danışanı ve terapisti bir çerçeve içinde tutarak, seansta çalışılacak materyal ile ilgili öncelik belirlemeye yardımcı olur.
Danışanın aklında, konuşmak istediği bir sürü farklı konu olabilir ama süre sınırını düşünerek, kendisi için daha önemli olanı öne çıkarır.
Bazen seans süresinin dolması ile seansın tamamlanması danışanda bölünmüşlük hissi yaratabilir ve bununla birlikte danışan anlatacaklarının, deneyimlerinin önemsenmediğini düşünebilir. Aslında bu süre danışanın benliğinin, ruhsallığının, getireceklerinin ve çalışacaklarının sınırını fark etmesi için de işlevsel bir noktada durmaktadır. Bunun yanında, belirsizlik hepimiz için kaygı yaratan oldukça doğal bir unsurdur ve bununla bağlantılı olarak bir çerçeve içinde sürecin ilerlemesi danışanın kendi terapi sürecini daha verimli kılmaktadır.
Ayrıca, seansların belli bir süresinin olması terapistin danışanı aktif olarak dinlemesini sağlar. Seanslarda bir süre sınırının olmadığını ve seansların birkaç saat olduğunu düşünelim. Terapist birkaç saat boyunca tüm danışanlarını aktif bir biçimde, layıkıyla dinleyebilir, odağını koruyabilir mi? Danışan neyi işleyeceğini seçip terapide çalışırken benzer şekilde dikkatini koruyarak seanstan alabileceklerini alabilir mi? Herkesin bir alma/verme, odağını sürdürme ve işlemleme kapasitesi vardır. Terapinin belli bir süre içerisinde sınırlı olması hem danışanın hem de terapistin bu kapasitesinin niteliği için koruyucudur.